Benim Adım Tuz’un dünya prömiyeri yapıldı
Benim Adım Tuz, 26. Amsterdam Uluslararası Belgesel Festivali IDFA’nın İlk Katılım ödülünü kazandı. Uzun metrajda Ormanın Şarkısı, orta metrajda Pussy Putin’e Karşı büyük ödüle layık görüldü.
3 Aralık 2013 Salı 12:43
Murat TÜRKER’in Bianet’teki yazısı şöyle; Hindistan’ın Gucerat eyaletinde binlerce aileden müteşekkil bir topluluk kuru mevsimin başlarında çöl görünümündeki Kutch bataklığına taşınarak dünyanın en beyaz tuzunu çıkarmak üzere yerin altına gömdükleri aletlerini çıkarıp işe girişir. Sekiz ay boyunca mevzubahis düzlükte hayatlarını idame ettiren göçmen aileler binbir zorlukla ürettikleri tuz kristallerini aracıya teslim ettikten sonra toparlanmaya başlarlar; Muson mevsimi sırasında orası artık bir denize dönüşeceğinden aletlerini tekrar gömüp geldikleri yerlere dönmeleri şarttır çünkü.
Yüzyıllardır tekrarlanmakta olan bu gelenek, tüm zorluklara ve sefalete rağmen insanoğlunun hayata tutunma şekillerinden, yok olmaya yüz tutmuş saygıdeğer emsallerinden birini oluşturuyor.
Şiirsel anlatımıyla izleyenleri derinden etkileyen Hindistan-İsviçre ortak yapımı Benim Adım Tuz (My Name is Salt) 26. Amsterdam Uluslararası Belgesel Festivali IDFA’nın İlk Katılım ödülünü kazandı.
20 Kasım-1 Aralık tarihleri arasında düzenlenen Amsterdam’daki etkinlikte uzun metrajlılar klasmanında Ormanın Şarkısı (Song from Forest) büyük ödüle layık görülürken orta metrajlılarda zafer Pussy Putin’e Karşı’nın (Pussy Versus Putin) oldu.
Kadın yönetmenin farkı
Farida Pacha’nın büyük bir zarafetle çektiği yapım bizi adeta yüzyıllar öncesine götürerek hayatın çok daha yavaş ilerlediği bir döneme dalmamızı sağlıyor.
Çölün ortasında başta hiç bir şey göremezken kumun içinden çıkan çeşitli aletler, hortumlar, hatta paslı su pompaları büyük zahmetlerle temizlenip çalışan bir sistem haline getiriliyor. Yakından takip ettiğimiz ailenin bütün fertleri bir şekilde bu küçük işletmeye katkıda bulunuyor ve yer altından pompalarla çıkarılan su yavaş yavaş tuzun oluşacağı, tarla şeklindeki alanları doldurmaya başlıyor. Bitmez tükenmez gibi görünen düzlükte kumun ve çamurun yerini bir süre sonra su ve bembeyaz tuz tarlaları alıyor; tele konan çekirge sürüsü veya çok yüksekten uçan bir jetin gökte sessizce bıraktığı iz minimal yaşamın mutluluk verici detayları olarak insanın ruhunu okşuyor.
Kadın gözünün inceliklerini yansıtan gözlemci tavrıyla Farida bölgenin coğrafi özellikleri dışında kamerasını yönelttiği ailenin basit yaşantısını ve tüm fertlerinin dünyasını ayrıntısıyla yansıtmayı başarıyor. Özenli olduğu kadar duygu yüklü kadrajlarla şehir hayatının bizden alıp götürdüğü insani değerleri âlâsıyla hatırlatırken seyredenleri unutulmaz bir yolculuğa çıkarıyor.
Rüya gibi belgeseli seyrederken İstanbul’da tersanelerin yanıbaşındaki Tuzla’nın, Balıkesir’e bağlı Paşalimanı adasındaki ve Ayvalık’ın Badavut mevkiindeki tuzlaların halini düşündüm; Türkiye’nin en büyük ikinci gölü olmasından gurur duyduğumuz Tuz gölünün veya bir zamanlar flamingoların uğrak yeri, şimdilerde kayt-sörfçülerin mekânı İmroz’daki (Gökçeada) Tuz gölünün vaziyetini hatırladım…
Dünya prömiyeri Amtserdam’da yapılan Benim Adım Tuz‘un en kısa zamanda Türkiye’deki festivallerde de gösterilmesi dileğiyle!